Üyelik Girişi
BÖLÜMLER
Site Haritası

Fil ve Yavrusu

FİL VE YAVRUSU

 

(Mesnevî, Cilt 3, beyit nu: 68-171)

 

 Fil ve yavrusu

 

 

   Belki işitmişsindir:[1] Hindistan’da arif bir adam, dostlarından birkaç kişinin uzak bir yolculuktan aç ve çıplak bir hâlde geldiklerini gördü. İrfandan kaynaklanan merhameti ve sevgisi coştu; onları güler yüzle karşılayıp hoşça bir eda ile selam verdi. Dedi ki; “Biliyorum, mideniz bomboş, çok açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüş, bu yüzden zahmetlere, sıkıntılara uğramışsınız. Fakat ne olursa olsun dostlar, Allah aşkına olsun, sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi gideceğiniz yolun üzerinde fil yavruları var. Öğüdümü candan, gönülden dinleyin de fil yavrusuna dokunmayın. Onları avlamak gönlünüze pek hoş gelir. Çünkü onlar çok körpe, latif ve semizdir. Fakat anaları pusuya yatmış, onları gözetmektedir. Her ana gibi, ana fil de yavrusuna çok düşkündür. Gereğince yavrusunun arkasına düşer, ağlayıp inleyerek yüz fersah yol alır. Âdeta hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrusuna merhameti çoktur. Sakın ha yavrusunu avlamayın”.

   Sonra nasihatçi sözlerini şöyle sürdürdü; “Bu nasihatimi tutun da gönlünüz, canınız belâlara düşmesin. Bitki ve yapraklarla yetinin de fil yavrularını avlamaya varmayın. Ben vazifemi yaptım, nasihat verme borcumu ödedim. Nasihate uyanın sonu ancak selamettir. Ben sizi pişmanlıktan kurtarmak için elçiliğimi yaptım ve aldığım haberleri size tebliğ ettim (ulaştırdım). Kendinize gelin, sakın açgözlülük yolunuzu kesmesin, yiyecek hırsı sizi kökünüzden koparmasın”. Bunları söyledikten sonra da, “Allah hayırlar versin” diyerek onları uğurladı, gitti.

   Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı. Ansızın yolda yeni doğmuş, semiz bir fil yavrusu gördüler. Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu kestiler, pişirdiler, tamamıyla yiyip ellerini yıkadılar.

   Yol arkadaşlarından birisi, fil yavrusunun etinden yemedi. Onlara da yememeleri için öğüt verdi. Çünkü yolda kendilerine öğüt veren kişinin sözleri hatırındaydı. O söz, adamın o fili kebap edip yemesine engel oldu. Fil yavrusunu yiyenlerin hepsi yattılar, uyudular. O aç adam ise, sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. O, birdenbire kızgın, korkunç bir filin geldiğini gördü. Fil, önce o uyumayan adama gelip çattı. Onun ağzını üç kere kokladı, fakat ağzından hiçbir kötü koku gelmedi. Birkaç kere etrafında dönüp dolaştı, sonra gitti. O iri fil, adama hiç dokunmadı. Sonra uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı; hepsinden de yavrusunun kokusunu alınca hemen onları birer birer öldürdü. Onlardan hiç ürkmüyor, korkmuyordu. Yavrusunun intikamını almak için onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçaladı.

 

AÇIKLAMALAR

 

      1- Dünya Hayatı İmtihanlarla Doludur

      Dünya hayatı, imtihanlarla doludur. Neye ne derece inandığımız, değer verdiğimiz, imtihanlarla ortaya çıkar. Âhiretteki akıbetimizi, dünyada karşılaşacağımız imtihanları, Rabbimizi razı edecek davranışlar sergileyerek biz tayin ederiz. İmtihanlar karşısında sabırlı olmanın önemine Kur’an’da şöyle dikkat çekilir: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (2/Bakara sûresi, 155. ayet)

        2- Velîlerin Öğütlerine Uymak

Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir: “Velilerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de, üzüntüden, korkudan kurtul, manevi rahata kavuş, eminliğe eriş!”

3- Gıybet Etmemek

Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir:

“Fil, yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak intikam almak, kuvvetini göstermek için onların her birinin ağızlarını koklar, hepsinin midelerinin etrafında dönüp dolaşır. Sen de Hakk’ın kullarının etlerini yemekte, onları çekiştirip günah kazanmaktasın. Kendinize gelin! Sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğru olandan başkası, canını nasıl kurtarabilir?”

Peygamberimiz (sav) bir gün ashabına şöyle sordu: “Gıybet nedir, bilir misiniz?” Ashabı, “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” dediler. Hz. Peygamber, “Gıybet, onun bulunmadığı bir ortamda, bir kardeşinden, duyduğunda hoşlanmayacağı şekilde bahsetmendir” buyurdu. “Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu. Peygamberimiz, "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa o zaman ona iftira ettin demektir” buyurdu. (Müslim, Birr 70. Nevevî, Riyazü’s-salihin, hadis nu: 1526)

Gıybetin günah oluşu ve çirkinliği hakkında Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! … Biriniz diğerinizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin). Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O hâlde Allah'tan korkun...” (49/Hucurat suresi, 12. âyet)

      Peygamberimiz, gıybet hakkında ayrıca şunları bildirmiştir:

      “Din kardeşinin yüzüne karşı söylemediğin şeyi ardından söylemen gıybettir.” (Suyuti, Camiu's-sağir, hadis nu: 7972)

      “Kim ki yanında Müslüman kardeşinin gıybeti yapıldığı halde, gücü yeterken kardeşine yardım etmezse, Allah onu dünya ve ahirette zelil kılar” (Suyutî, Camiu's-sağir, hadis nu: 8489) Bu hadîse göre, gıybeti dinleyen de sorumludur. Yanında gıybet yapıldığı halde tavır almayıp kardeşinin onurunu korumayan kişi korkutulmaktadır.

      Peygamber Efendimiz (sav) bir gün Müslümanlara oruç tutmalarını emretti ve: "Ben izin vermeden hiç kimse iftar etmesin" buyurdu. Müslümanlar o günü oruçlu geçirdiler. Akşama yakın birer ikişer gelerek, iftar edebilmek için Peygamberimizden izin istemeye başladılar. Rasulullah da onlara izin verdi. Bu arada birisi gelerek: "Ey Allah'ın Rasulü! Yakınlarımdan iki genç kız da bugün oruç tuttular. Ancak senden izin istemeye utanıyorlar. İzin verin de iftar etsinler" dedi. Efendimiz yüzünü çevirip cevap vermedi. Adam sözünü dört kez tekrarlayınca, Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Onlar oruç tutmadılar. Bütün gün halkın etlerini yiyen bir kimse nasıl oruçlu olabilir ki? Git, onlara söyle: Eğer gerçekten oruç tutup tutmadıklarını öğrenmek istiyorlarsa kussunlar!" buyurdu. Adam olanları genç kızlara anlattı. Onlar da kustular. Ağızlarından, pıhtılaşmış kan parçaları geldi. Adam geri gerip durumu Hz. Peygamber'e anlattı. O da şöyle buyurdu: "Bu iki genç kız Allah'ın kendilerine helal kıldığı şeyleri yemeyerek oruç tuttular; fakat Allah'ın haram kıldığı bir şey ile iftar ettiler. Bir araya gelerek onun bunun gıybetini yapıp etlerini yediler." (M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü's-Sahabe, trc. Ali Arslan, Cilt 2, s. 450)

      Bazı insanlardan, olumsuz bir şekilde de olsa bahsedilmesi gıybet sayılmamıştır. Peygamberimiz şöyle bildirmiştir:

      “Üç grup vardır ki gıybetlerini yapman sana haram değildir: Günahı açıkça işlemekten sıkılmayan, zalim idareci ve dinde olmayanı dine sokan bid’atçı.” (Suyuti, Camiu’s-sağîr, hadis nu: 3516)

      “Haya örtüsünü atan kimsenin arkasından konuşmak gıybet değildir.” (Suyutî, Câmiu’s-sağîr, hadis nu: 8525)

      “Ne fâsık, ne de günahı açıktan işleyen kimse için söylenen gıybet sayılmaz...” (Müslim, Zühd 52)

      4- Velîlerin Gıybetini Kesinlikle Yapmamak

Gıybeti edilen zât, bir Allah dostu (velisi) olunca, tehlike daha da büyüktürHz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir: “Ey oğul! Ortada olsun ya da olmasın, evliya da Hakk’ın çocukları gibidir. Onlar ortada olsun olmasın, Allah onların mallarını ve canlarını korur, onların durumundan haberdardır. Sakın onların noksanlarını bulup da aleyhlerine gıybet etme. Çünkü onların öcünü Allah alır.”

Bir kudsî hadiste Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Allah Teâlâ buyurdu ki: Kim benim velime düşmanlık ederse, ona harb ilan ederim…” (Buhari, Rikak 38. Nevevi, Kırk Hadis, hadis nu: 38)

      5- Devlet Yöneticileri Halkın Malını Sömürmemeli

      Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir:

      "Ey halkın kanını emen zâlim! Bu işten vazgeç, halkın kanı seni savaşa düşürmesin, senden intikam almasın. Bil ki halkın malı, onların kanı gibidir. Çünkü mal güçle, kuvvetle, çalışmayla ele geçer. O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusu yiyenden öç alır, öldürür."

      Hz. Mevlânâ’nın bu ifadesinden; halkın malını haksızlık ve zulümle alan, ele geçiren yönetimlerin, halk isyanları ve kanlı ihtilallerle devrileceği anlaşılmaktadır.

      6- Rüşvet Yememek

      Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir:

      “Ey rüşvet alan kişi! Sen, fil yavrusu yemektesin. Sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder. Ağzındaki haram lokma kokusu, hileciyi rezil eder. Çünkü fil, yavrusunun kokusunu bilir.”

      Rüşvet hakkında Yüce Allah Kur’an’da şöyle buyurur: “Birbirinizin mallarını, aranızda (kumar, sahtekârlık, hırsızlık, gasp, rüşvet gibi) bâtıl sebeplerle yemeyin! İnsanların mallarından bir kısmını bile bile, günaha girerek yemek için onları yetkililere (rüşvet olarak) vermeyin.” (2/Bakara sûresi, 188. ayet)

      Peygamberimiz de şöyle bildirmiştir: “Rüşvet alana, verene ve bunlar arasında rüşvete vasıta olana da Allah lanet etsin.” (Tirmizî, Ahkâm 9; Ebu Dâvud, Akdiye 4) “Rüşvet alan da, veren de Cehennemdedir.” (Suyutî, Câmiu’s-sağir, hadis nu: 4490)

      7- Kul Hakkı ve Haram Yemenin İki Sebebi

      İnsanı haram yemeye ve günaha sürükleyici iki kötü ahlak olan “Açgözlülük” ve “Hırs”a dikkat çekilmektedir.

      Peygamberimiz şöyle demiştir: “Üç haslet vardır ki helak edicidir: Açgözlülük, nefsî arzulara uyma ve kişinin kendisini beğenmesi.” (Beyhaki, Şüabü’l-iman, hadis nu: 745)

      "Bir sürüye salınan iki aç kurdun sürüye verdiği zarar, kişinin mal ve şeref hırsıyla dine verdiği zarardan daha fazla değildir.” (Tirmizî, Zühd, 43)

 8- Şeytan Günahı Nefse Normal ve Cazip Gösterir

Yüce Allah, Hikmetli Kur’an’da şeytanın hilelerini şöyle açıklamıştır:

“Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir. Böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur. Bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.” (27/Neml sûresi, 24. âyet)

“Onların kalpleri katılaştı ve şeytan onlara yapmakta olduklarını çekici (süslü) gösterdi.” (6/En'am sûresi, 43. âyet)

Peygamber Efendimiz de nefsin hoşnutluğunu gözetip, arzuların peşinden gitmenin kişiyi helake sürükleyeceğini belirtmiştir: “Cennete giden yol, nefsin hoşuna gitmeyen (fedakârlık, zorluklar, imtihanlarla) doludur. Cehenneme giden yol ise, nefsin hoşuna giden (haram) şeylerle doludur.” (Müslim, Cennet 1; Ebu Davud, Sünnet 22; Tirmizi, Cennet 21)

9- İşlenen Günahlar Bu Dünyada Cezasız Kalmaz

Yüce Allah şöyle buyurur: “Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Allah ise günahların birçoğunu bağışlıyor" (42/Şura sûresi, 30. âyet) 

10- Kötü Ahlak, Duayı Allah'a Yükseltmez

Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir:

“Bizim ağzımızdaki iyi kokular da kötü kokular da göklere yükselmektedir. Ey gafil! Sen uyuyup duruyorsun, fakat yediğin veya işlediğin bir haramın kokusu, şu yeşil renkli gökyüzüne yükselir durur. Senin çirkin, kötü nefeslerinle birlikte o haram kokusu göklere yükselir. Gökyüzünde o kokuları kontrol etmekle görevlendirilmiş olan meleklere kadar gider. Kibir, hırs, açgözlülük kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar. Yemin eder de, “Ben onları ne zaman yedim? Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen, o yalan yemini ederken nefesin gammazlık yapar. Kokusu, seninle beraber oturanların dimağına vurur (canı pak olanlara yansır). O koku yüzünden dualar reddedilir. O eğri kalp, sözle kendisini gösterir. O duaya “Sesinizi kesin” cevabı gelir. Her azgının cezası, onu reddedip kovan sopadır. Fakat sözün eğri, özün/manan doğru olursa, o kelime eğriliği Allah’a makbuldür.”

      Yüce Allah, Kur’an’da şöyle açıklamıştır: “…O'na ancak güzel sözler yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a amel-i sâlih ulaştırır…” (35/Fatır sûresi, 10. âyet)

      Bazı arifler diyorlar ki: Her bir huyun, her bir hareketin, her bir amelin kendine has manevi bir kokusu vardır. Bu kokuları bazı melekler kontrolden geçirirler. İbn Ömer (ra)’tan rivayetle Peygamberimiz şöyle bildirmiştir: “Bir kul yalan söylediğinde, söylediği yalanın meydana getirdiği fena kokudan dolayı melek kendisinden bir mil uzaklaşır.” (Tirmizi, Birr 46)

      Âriflere açıklamasına göre; melekler, inandığını yaşayan, iyi insan, tam Müslüman olan kişinin duasını Hakk’ın dergahına ulaştırırlarmış. Aksine, kötü huylu insanların niyazlarını geri çevirirlermiş. Kötü huylar, günahlar yüzünden duaların yukarılara çıkmasına, Hakk’a ulaşmasına engel olurlarmış. Yedi kat göğün her birinde, bu vazife ile vazifelendirilmiş özel melekler bulunurmuş. Bu vazifeli melekler, şu yedi kötü huyun sahiplerinin dualarının ilâhî dergaha yükselmesine mani olurmuş: Birinci kat gökte bulunan vazifeli melekler, dua eden kişi “hilekar” ise, duasının kokusundan anlar ve geri çevirirlermiş. İkinci katta “riya”, üçüncü katta “kin ve nefret”, dördüncü katta “kibir”, beşinci katta “hased”, altıncı katta “merhametsizlik”, yedinci katta “hırs” sahibi kişinin duasının yücelere yükselmesine engel olunurmuş. (Şefik Can, Mesnevi Hikayeleri, s. 193, dipnot: 188)

      11- Bazı Günahlar Kabirdeki Sorguda Meleklerden Gizlenemez

      Hz. Mevlana, hikâyeyi açıklama bağlamında şöyle demiştir:

      “Kabirde Münker yahut Nekir’in ağzını kokladığı adamın vay haline! O büyük meleklerden ne ağız kokusunu gizlemeye imkân var, ne de güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare... Mezara giren bir kişi, o meleklere yaltaklanamaz. Akıl, fikir için hileye sapmasına yol yoktur. Meleklerin gürzü, saçma sapan konuşanların (gıybet eden ve hezeyan söyleyenlerin) başlarına ve arkalarına iner.”

      Ehl-i Sünnet'e göre, Münker ve Nekir, ölen kişiye Rabbini, dinini ve peygamberini soracak olan meleklerdir. Kur'ân-ı Kerîm'de Münker ve Nekir adlı bu iki meleğin adından söz edilmediği gibi, kabirde ölünün sorguya çekileceğine dair açık bir ifadeye de rastlanmaz. Ancak bazı âyetlerin (örneğin, İbrahim Sûresi, 27) kabir sorgusuna işaret ettiği, hattâ bazılarının tamamen kabir suali ile ilgili olduğu Ehl-i Sünnet âlimlerince kabul edilmiştir. Ehl-i Sünnet'e göre Münker ve Nekir'in kabirde ölüyü sorguya çekmeleri haktır. Kabrin sıkması ve azabı haktır. Bu bütün kâfirler ve asi bazı mü'minler için olan bir şeydir (İmam Azam, "Fıkh-ı Ekber", trc. H. Basrî Çantay, Ankara 1985, s. 14).  

      Kabirdeki sual ve azap, ruhun cesede iade edilmesiyle mümkündür. Peygamber Efendimiz, bir ölüyü defnettikten sonra; “Kardeşiniz için Allah'tan mağfiret dileyiniz. Çünkü o, şu anda sorguya çekilmektedir” buyurmuşlardır. (Ebu Davud, Cenâiz 67)

      Ebu Hüreyre (ra), Hz. Peygamber’in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ölü defnedildiğinde, ona gök gözlü simsiyah iki melek gelir. Bunlardan birine Münker, diğerine de Nekir denir. Ölüye:, "Şu Muhammed denilen zat hakkında ne dersin?" diye sorarlar. O da hayatta iken söylemekte olduğu; “O, Allah'ın kulu ve Rasûlüdür. Allah'tan başka Allah olmadığına, Muhammed (sav)’in O'nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim" sözlerini söyler. Melekler; "Biz senin böyle diyeceğini zaten bilmekteydik" derler. Sonra kabri yetmiş çarpı yetmiş zira' kadar genişletilir ve aydınlatılır. Sonra ona “Yat ve uyu” denir. “Aileme dönüp onlara haber versem mi?” diye sorar. Onlar da; "Zifafa giren ve sadece en çok sevdiği kişi tarafından uyandırılan şahıs gibi, mahşer gününe kadar sen uyumana devam et” derler. Böylece, yatlığı yerden, Cenab-ı Allah onu tekrar diriltinceye kadar uyur. Eğer ölü münâfık olursa, melekler şöyle der: "Şu Muhammed denilen zat hakkında ne dersin?" Münâfık da şöyle cevap verir: "Halkın Muhammed hakkında bir şeyler söylediklerini işitmiş, ben de onlar gibi konuşmuştum. Başka bir şey bilmiyorum.” Melekler ona; "Böyle diyeceğini zaten biliyorduk" derler. Daha sonra yere, "Bu adamı alabildiğine sıkıştır" diye seslenilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Öyle ki o kimse kemiklerini birbirine geçmiş gibi hisseder. Allah onu yattığı bu yerden tekrar diriltinceye kadar kendisine azap edilir." (Tirmizi, Cenâiz, 70) Bu hadiste bahsedilen azap, ruha mütealliktir. Nasıl ki uyuyan bir kişinin bedeni hareketsiz olduğu, o kişi rüyasında son derece eziyet çekebilmekte; bunun gibi, ölünün bedeni olmasa dahi ruhuna azap edilmektedir.

      Hz. Peygamber (sav) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında koğuculuk (laf taşıyıcılık) yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine Rasulullah, yaş bir dal almış, ortadan ikiye bölmüş ve her bir parçayı iki kabre de birer birer dikmiştir. Bunu gören ashab, niye böyle yaptığını sorduklarında, "Bu iki dal kurumadığı sürece, o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur" buyurmuştur. (Buhârî Cenâiz 82; Müslim, İmân 34)
      Bu konu hakkında bilgi için bkz. Halid Erboğa, “Münker-Nekir” mad. Şamil İslam Ansiklopedisi.


[1] Molla Câmî, Nefehatü’l-üns adlı eserinde, Mevlânâ’nın naklettiği bu hikâyenin benzerini, Ebu Abdullah Kalamisî el-Fâsî adlı bir zâtın başından geçen hadise olarak kaydetmiştir. (Tahirü’l-Mevlevi, Mesnevî Şerhi, 7875. beyitin açıklaması)


Yorumlar - Yorum Yaz
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam24
Toplam Ziyaret228789
Saat
Takvim
Hava Durumu
Hz. Mevlana'dan Sözler
HZ. MEVLÂNÂ'DAN SÖZLER
“Kibirlerinden “İnşâallah” (Allah dilerse) demediler; Allah da onlara beşerin aczini gösteriverdi.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 48)
*
“Dünyada iş
işten meydana gelir.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 76)
*
“Allah’tan edeble başarılı olmayı dileyelim. Edepsiz
Allah’ın lütfundan
yoksun kalmıştır.
Edepsiz
yalnızca kendisine
kötülük etmiş olmaz,
dört bir yanı
ateşe vermiş olur.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 77-78)
*
“Zekat verilmeyince
bulut ortaya çıkmaz
(yağmur yağmaz);
zinadan dolayı da
etrafa veba yayılır.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 88)
*
“Senin üzerine karanlıklardan ve gamdan yana ne gelirse, korkusuzluktan ve küstahlıktandır o.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 89)
 *
“Her odunun kokusu, dumanından belli olur.”
(Mesnevi, Cilt 1, beyit nu: 107)